TR EN

TUĞÇE TUNA

Dans sanatçısı, Koreograf, Akademisyen - 01 Ocak 2018
Esra Başıbüyük
TUĞÇE TUNA TUĞÇE TUNA
İşiniz gücünüz beden değil mi? (Gülüşmeler)
Evet. Çünkü içinde yaşadığımız mekan, iletişim kurma alanım, beden.
 
Bedeni mekan olarak tanımlıyorsunuz. Performanslarınızı da sıra dışı mekanlarda gerçekleştirmeyi seviyorsunuz. Sanki böyle bir zincir var. Hatta kendinizi mekan spesifik çalışan bir koreograf olarak tanımlamışsınız...
Evet, bu tanımlama bana öğretildi. Sınırlarım bu beden ile çizildi. Sekiz yaşımdan beri hareket ediyorum. Yeni 44 yaşıma girdim. Dolayısıyla hiç durmayan, beden odaklı bir yaşantım oldu. Beden ile sadece günlük kullanımlarda değil, içerisi, dışarısı üzerinden iletişim kuran bir yaşantım oldu. Akademik alanım da, beden inşası ve yapılandırma üzerine gelişti. Dolayısıyla bedeni olan her şey ile iletişime geçmeyi öğrendim. Beden biliminin yanı sıra psikosomatik çalışmalarda da referans olarak hep buradan yol aldım. Üretimi sadece siyah bir sahneyle sınırlı görmüyorum. Biraz kendi içerisinde bedensel değişim geçirmiş, dönüştürülmüş, belki terk edilmiş, farklı bedenlerin ve yaşantıların yer aldığı mekanları seçiyorum. Bir mottom vardır: “İçinde yaşadığın mekana asla ve asla zarar vermeyeceksin.” Bu öğrencilerime ilk ders öğretimdir.
 
Dansın içinde büyüdüm diyorsunuz, varoluşunuz dans ile beraber olmuş sanki?
İlkokul üçüncü sınıfta halk danslarındaydım hatırlıyorum. Sonrasında da ritmik jimnastik grubundaydım. O zaman Ankara’da yaşıyorduk. Devlet Opera ve Balesinde çocuk sanatçıydım. Daha eğitimini almadan çocuk sanatçı olarak figüranlık yapıyordum. Hangi rengi severim sorusundan önce nasıl dans ediyorum sorusunu sormuştum kendime. Dansın içerisinde büyüdüm derken terbiye eden, geliştiren, eklemdiren bir sistem-teknik olarak da varoldu.
 
Bir insanda en çok neyi merak edersiniz?
Daha önce hiç karşılaşmadığım, ilginç bir soru. Bedenin içerisinde ne var ise, o çeker.
 
Biraz açarsak...
Mesela ailesinden, geçmişinden, kendisinden sakladıkları beni çeker. Beden hemen bunu yansıtır. Bazen kişinin kendisi bunları fark etmeden ben biliyor oluyorum, çok zevkli oluyor. Yirmi yıldır üniversitede ders veriyorum. Birinci ve son sınıflar ile teknik eğitmen olarak hep çalıştım. Birinci sınıfta olan öğrenciler hayatlarından kopup, bambaşka bir sisteme dahil oluyor. Kendi alışkanlıkları ve yaşam paternleri dışında ailenin ve genetik olarak onlara bindirilen bilgiler ile geliyorlar. Kişilerin üç sene içerisindeki değişimi ve eklentilerini görmek müthiş bir süreç.
 
En sık hangi ezber ile geliyorlar?
Hata yapma korkusu! Sonuç odaklı hareket etmek. Son beş altı yıldır da sabırsızlık görüyorum.
 
Siz kendi bedeninizde en çok ne biriktirdiğinizi düşünüyorsunuz?
Bu ara çok öfkeleniyorum. Bu ara diyorum ama, hep var olduğunu fark ettim. Fevri bir karakterim var. Şimdi etkiye tepki vermeden önce araya bir mesafe koymayı öğrendim. Bende asit üretecek ne varsa onu fark edip, çözmeye çalışıyorum.
 
Peki, biraz kendi hayatınıza baktığınızda yaptığınız iş ile beraber kişiliğinizde dönüştürdüğünüz bir yanınızdan bahsedebilir misiniz?
Bu biraz yaş ile de ilgili bir şey... Doksan iki yılında çağdaş dans ile ilgilenmeye başladım. O zaman mesleki hedeflerim vardı. Amerika’da, uluslararası kişiler ile dans etmek ya da sadece Aydın Teker gibi kafa yapısından ve sanatçı kimliğinden hoşlandığım kişiler ile dans edebilme özgürlüğünde olmak gibi... Kendimi adamayı severim. Ve bu tarz kişiler, ortamlar yaptığım işe kendimi adamama izin verdi. Bu beni çok büyüttü, kendim ile yüzleştirdi.
 
O insanlara öykünme nedeniniz neydi?
Herhalde doğru zaman, doğru yer formülü diyebilirim. Yapı olarak çok benzeşiyorduk. Usta çırak ilişkisi kurabildiğim insanlar idi.
 
Kimya uygunluğu...
Evet. Tutkulu birisiyim ama aynı zamanda çalışkanımdır. Rutine çok büyük saygım var. Gelenekselcilikten, yeniliğe çok rahat açılmayı severim. O yüzden son teknoloji bir şeylerden bahsederken Aikido gibi ya da Hint, Çin beden bilimi ya da Mezopotamya kültürü gibi beden ile ilgili kadim bilgilerden beslenmeyi de severim. Zaman denilen bu göreceli kavramın içerisinde bedenin biricikliğine inanıyorum. Tutku, çalışkanlık ve sevdiğin işe kendini adayabilme özgürlüğü aynı zamanda aileden de gelen bir destek. Ailem hiçbir zaman “Hayır, bunu yapamazsın” demedi. Dans ediyorum evet, ama fiziksel olarak zorlanıyorum artık. Eğitmenliğim ile daha fazla kişinin bedenine dokunmak gibi içimde bir misyon var. Biraz önce bahsettiğimiz gibi beden içinde negatif ve pozitif duygu bir arada barınır. Evet, bedende öfke diye bir şey var ama iyilik de var. Hem iyilik bulaşıcı bir şeydir. Bunu uyandırmak... Bunu bulaştırmayı öğrenmiş olabilirim.
 
Bütün bu yolculuk içerisinde bedeninizi zorladığınızı, hatta sınırınızı gördüğünüzü hisettiniz mi?
Gördüm tabii ki. Aslında yaptığım her projeye o sınırı psikolojik ve kinestetik olarak zorlamak üzere giriyorum. Güvenli alanda kalma tercihi her zaman mümkün ama her yeni projede biz, ben nasıl daha iyi bir problem üretiriz ve daha iyi nasıl çözeriz yaklaşımıyla büyüdüm. Problemin bana meydan okuması çok çekici zaten. Bildiğim bir problemi deneyimlemek değil de, mekanı ya da dansçıyı değiştirmek, dansçının plastik yapısıyla oynamak nasıl olur, gibi kendi kalıbım ve alışkanlıklarım ile oynamak benim için daha çekici. Kendi güvenli alanımı iyi bildiğim için oradan çıkıp, geri dönebiliyorum.
 
Bedenine bu kadar yüksek bir farkındalık geliştirip, sürekli onun ile beraber olmak bir deformasyon oluşturuyor mu?
Bir ara kendimi kapattım. Bu topraklar bedenin çabuk ve şiddet ile tüketildiği topraklar. Oysa özellikle bu dönemde tam da yatırım yapmamız gereken şey bedenin kendisi. Bazen gençlerin beden terbiyesi, felsefesi olmadan yaşadığını görünce içim acımıyor değil. Eskiden tramvay durağında oturup insanlar önümden geçerken bakar, bedeninde mutlu birini görebilecek miyim diye arardım. Herkes yere bakıyor, asık suratlı, koyu renkler giyinmiş, birbirine çarpıyor, kimse kendi alanı ve ötekinin alanın farkında değil. Orta, lise tayfasının omurgası sürekli oturmaktan yamuk. Oysa beden hareket için tasarlanmış bir yapı. Bedeni durdurmak, sabit bir pozisyonda tutmak zordur. Bunları yapabilmek yüksek bedensel terbiyedir. Biz bu yüksek terbiyeyi bir mecburiyet üzerinden işliyoruz ama aslında varoluşumuzun ana kaynağına aykırı. İstanbul’da yaşıyorum. En dengesi bozuk şehirlerden birisi. Çevremde çok az yaşlı ya da aparat kullanarak dışarıda olan bedenler görüyorum. Şehir sadece bir orman savaşına dayanabilecek kişilere aitmiş gibi! O zaman insan olarak hangi bütüne ait olduğumuzu da anlamıyoruz. Çünkü, yaşlıların toplumdan kopması demek, bizim de kadim bilgilerden kopmamız demek. Oysa yaşlı birini gördüğümde onun yavaş yürüyüşü, insanların ona yer açması... Bunları görmek değerli şeyler.
 
Kendi bedeniniz ile ilgili endişeler duyuyor musunuz?
Duyuyorum tabii ki. O yüzden eğitmenlik yapıyorum herhalde...
 
Nasıl sakinleştiriyorsunuz kendinizi?
Haftanın altı günü bedenimi çalıştırarak güne başlıyorum. Benim kahvaltım gibi. O süre içerisinde bedenimi dinliyorum. Negatif tortularımı topraklıyorum. Efor dağılımını dengelemek, hareket etmemi engelleyecek negatif bir blokaj ile karşılaşmamak için egzersiz yapıyorum.
 
Bu topraklarda emek sarf ediyorsunuz ama dünyanın başka yerlerinde de çalıştınız. Sizi en çok heyecanlandıran neresi olmuştu?
İşim ile ilgili her davette heyecanlanıyorum ve o duyguyu her zaman taze tutuyorum. Hatta öğrencilerim “Hocam nasıl her zaman bu kadar motive olabiliyorsunuz.” der. Çünkü yaptığım işten mutluyum. Hayat denilen bu süreci bu şekilde geçiriyor olmak büyük lütuf benim için. Almanya’da 100 lise öğrencisiyle fiziksel tiyatro yaptık. Bu çocukların en büyük özelliği madde ya da ilaç bağımlısı olmalarıydı. Altı hafta boyunca psikologları ve eğitmenleriyle beraber süren bir çalışmaydı. Sonunda bir iş çıkarttık. Bu proje sonrası bazıları tiyatro okudu, birkaçı dansa yöneldi. Birçoğunun madde bağımlılığı bitti ya da azaldı, bu çalışma raporlara geçti.
 
Yaşamlarını dönüşdürdünüz...
Evet. Dört koreograf çalıştırmıştık. O proje beni etkilemiştir. Dans ve hareket terapisi alanında çalışıyorum. Kendi deneyimimden, dönüştürücü gücünü çok iyi biliyorum. Bir kere daha lisanın bedeni dönüştürürken hiç önemi olmadığını anladım. Çünkü ben Almanca bilmiyorum.
 
Tam burada dans ama kime göre dans demek istedim?
Tabii ki Türkiye’de dans, estetiği olan, genç bedenlere ait gibi görülüyor. Ama Hollanda’da Alzheimer hastalarıyla dans terapisi uyguladık. Belli bir yaşın üzerindeki insanların Alzheimer olduğunu sanırdım. Çalıştığım kişi 30 yaşındaydı. Evet, dans sanatçılığı ayrı bir şey ama hareket ve dans herkese ait. Mesela benim bir gücüm olsa her okula dans dersi koyarım. Çok önemli olduğunu düşünüyorum.
 
Bu sene bienale davet edilen ilk koreografsınız. Nasıl bir duygu?
Matrak bir duygu. Aslında daha önce davet edilmemiş olmaması zaten bir soru işareti. Burada güzel olan şu oldu; çağdaş sanat belli bakış açıları içerisinde sıkışmıştı. Oradaki birkaç kişiye dansın da bir çağdaş sanat aracı olduğunu hatırlattığını düşünüyorum. Ama diğer yandan bieanali gezenlerin gösteriyi bieanel dışı bir aktivite gibi algılayanlar matrak idi. (Kahkahalar)
 
Sanat anlayışınızda bir standartınız var mı?
Her türlü kişi, beden, mekan, dürtü, düşünce ve duygunun dışarı çıkması için bir standartım yok.
 
Peki bir koreograf olarak...
Şöyle söyleyebilirim: Bir koreograf olarak güvenli alanımda beden farkındalığı yüksek kişiler ile çalışmayı severim. Ama kapitalist sisteme ölçü olmuş standartlarım yok. Yaşar Kemal demiş ya, “Bedenin kadar değil, yüreğin kadar yer kaplarsın.” Biraz oralardan hareket ediyorum. Örneğin, toplumda fiziksel engelli etiketiyle yaşayan kişiler ile çalışıyorum. Onlardan bazılarının sahne duruşu o kadar kuvvetli ki, yirmi yıldır dans ediyorum diyenlere taş çıkartır. Oluşu, varoluşu, kendini sınama şekli ve işi daha sanatsal boyuta çeken kısım koreografik süreçteki araştırmalardır. Dolayısıyla zaten önceden yapılıp bir standarda yerleştirilmiş işleri yapmaktan ise biraz o standardı da kırmayı arıyor iç yapım.
 
Hayatta en rahat risk aldığınız alanlar nereler?
Davranışsal risklerim vardır ve çok rahat alırım.
 
Şu an fark ediyorum ki, söyleşi okuyanlar için beden adına ciddi bir farkındalık yaratacak.
Umarım... Çünkü bedeni, sadece üzerine kıyafet giydirmek yediklerimizi sindirmek, içmek, üremek, cinsel haz duymak için obje olarak düşünmüyor olmak bizi her zaman zenginleştirir. Biz bu beden içinde, bu bedenin aracılığıyla yaşıyoruz. Dinamiğine, buna ruh mu, enerji mi, karakter mi dersin artık bütüne bir bakmak lazım. Herkesin sorusu şu olmuyor mu? Ben kimim, nerede yaşıyorum?
 
Siz sıklık ile bu soruları sorup, değerlendirir misiniz?
Evet, ara ara yaparım.
 
Şu aralar sinyal nereden geliyor?
Çok ilginç. Şu aralar kişisel politika olarak benim kendimi sürdürmem bazılarının özgürlüğünü de yansıtıyor. Bütün canlılar bir bütün olduğumuz için benim dans ediyor olmam öteki sıkışmış birinin ya da canı acıyan birinin özgürlüğü olabilir diye düşünüyorum. İçimde böyle bir şey var. Harekete bu aralar aslında biraz daha kişisel politik olarak yaklaşıyorum. Bakırköy Kapalı Cezaevinde kadın mahkumlar ile çalıştım. Beden farkındalığı ve dans atölyesi yaptık, bu da bir ilkti. Bu kadınlar bedensel şiddet gören ya da başkasının hayatına son veren kadınlar idi. Ve beden onların içinde yeniden bir mutluluk yarattı. Hatta refleksolojiye başladık sonra fizyoterapiye geçtik.
 
Ne kadar sürdü?
Sekiz hafta sürdü. Gönüllü yaptığım bir projeydi . Gezi olayları zamanı bütün atölyeler kapatıldı. Bir daha da giremedik içeriye. Bir şeylerden vazgeçmek yerine daha da köklenmek arzusundayım. Yakın tarih çalışması yapıyorum. Şimdi “Türkiye’de Çağdaş Dans” diye iki aşamalı bir kitap yazmaya niyetlendim. Ocak gibi de basılmasını istiyorum. Belki bu da bir köklenme arzusu olabilir. Şimdilik bu aralar biraz buralarda dolaşıyor düşüncelerim. Bedenleri yeniden yapılandırma...
 
Bu sohbet bana çok iyi geldi, teşekkür ederim.
Copyright © 2016 by kimomagazin.com. Tüm hakları saklıdır.