Sizinle ilgili haberler arasında Harvard Üniversitesi’nde master yaptığınızı görünce, bir durdum. Eğitim süreciniz için önemli bir istasyon olmalı?
Amerika'da liseyi bitirdikten sonra, Hartford Üniversitesi’nin konservatuvarı olan Hartt School’da okudum. Üniversite dördüncü sınıfta ise şuna karar verdim; Tamam müzikal tiyatro okudum ama, Amerika’da oyunculuk yapacaksam işin daha da derinine inmem, İngilizcemin daha da iyi olup, aksanımın olmaması gerekiyordu. Oyunculuk üzerine daha yoğun eğitim alabileceğim bir programa ihtiyacım olduğuna, böylece, master yapmaya karar verdim. Hatta okulu bir sene uzatıp, ek dersler aldım. Çok sıkı çalışmaya başladım. Kafamda master yapmak için Yale, Harvard Üniversitesi ya da NYU Tisch vardı. Giremezsem Türkiye’ye dönme kararı almıştım. Ama ortalamam çok iyiydi ve muhteşem bir macera başladı. Bu üç okulun da seçme sınavlarına çağrıldım.
Harvard Üniversitesini neden istemiştiniz?
Gönülden isteme nedenim, uluslararası öğrenci kabulü olmasıydı. Hem de eğitimcileri Rusya’dan geliyordu. Stanislavski sisteminin üzerine oturan bir eğitimi olduğu için Harvard’ı tercih ettim. Stanislavski sisteminden gelen öğretmenlerin yanında, Avrupa’dan gelen donanımlı yönetmenler ve koreograflardan ders alacağımı bilmek beni çok heyecanlandırdı. İki sene Harvard, dört ay Moskova, bir ay da İtalya’da olmak üzere bir eğitim dönemi vardı.
Kaç kişilik bir jüri vardı seçmelerde?
Üç jüri üyesi vardı. Birisi Roman Kozak. Daha sonra sınıf öğretmenimiz oldu. Diğeri Nancy Houfek ve diğeri de Harvard Tiyatro Bölümü’nün Müdürü.
Ne sorduklarını hatırlıyor musunuz?
“Neden bizi seçtin?” diye sordular.
Ne cevap vermiştiniz?
Okulun uluslararası öğrencilerden ve eğitimcilerden oluşmasının beni heyecanlandırdığını söyledim.
Harvard’da öğretilmek istenen teknik nedir?
Birçok teknik öğretildi.
Öz olarak...
İnsan bütünüyle bir enstrümandır. İlk önce saçından, ayağına kadar kendini tanıyacaksın. Kendini ne kadar iyi tanır, içine döner ve kendinle ne kadar barışık olursan, oynamak fiilini gerçekleştirebilmek için çok daha doğru yöntemleri bulabilirsin. Öğretmenlerimiz hiç bir zaman “Bu yöntem doğru, bunu böyle yapacaksın.” demedi. Öğrettikleri dört, beş farklı sistemle kendi sistemimizi yaratmamızı istediler.
Eğitim almayı sevenlerdensiniz sanırım?
Tam anlamı ile eğitim manyağıyım! 27 yaşıma kadar çok yoğun eğitimler aldım. Yaz aylarım Londra’da eğitimle geçti. NYU Tisch’de farklı konularda dersler aldım. Mümkün olduğu kadar eğitimle destekledim kendimi. Ailem de bu konuda beni çok destekledi. Okudum, izledim, gözlemledim, dünyayı gezdim. Bu isteğim hiç bir zaman bitmeyecek, çünkü, bu benim yaşam biçimim. Sanatın dışında da aktif bir insan olduğum için spor her zaman hayatımda oldu. Yaş ilerledikçe, ruhsal olarak kendimi daha fazla tanımaya başladıkça, yoga girdi hayatıma. 2009 senesinde Kosta Rika’da bir ay yoga eğitimine gittim. Yoga hayatıma girdiği andan itibaren bambaşka bir bakış açısı oluştu bende. Profesyonel anlamda oyunculuk yapanlar bilirler, beden aktivasyonun dışında, içe dönme-meditasyon teknikleri de kullanırdık. O teknikler beni yogaya hazırlamış. Eğitimle beraber o bilgiler de içimde dönüşmeye başladı. Sonra ne oldu? Yoga ile birlikte su sporlarına merak sardım. Ruhuma ne kadar iyi bakarsam, bedenime de da o kadar iyi bakmalıyım kararına vardım. Yaptığım işe aşığım. Bu yüzden de bedenime ve ruhuma iyi bakabileceğim bütün alanlarda olmak ve kendimi beslemeye devam etmek istiyorum.
Peki, bir oyuncu olarak yoğun tempo içinde kendinizi nasıl yeniliyorsunuz?
Uyumak! Uyuduğum zaman şalteri kapatıyorum. Uyandığımda kendime gelmiş oluyorum.
Kendini bulmak gibi bir derdiniz var mı?
Her zaman... Hiç bitmiyor ki o his. Keşif! Her tanıştığım insanla yeniden kendimi keşfediyorum. Her ilişkimde... Bu bir iş arkadaşım da olabilir, sevgilim de, marketteki Mevlüt de olur.
Bir insanın kendisini keşfetmesi için en önemli kapının, yeni bir insanla kurduğu ilişki olduğunu düşünüyorum.
Bir insanda ne ararsınız?
Doğallık! Samimiyet, dürüstlük...
Duygusal biri misiniz?
Çoook...
Bu kadar duygusal olup kendinizi korumak için geliştirdiğiniz bir yöntem var mı?
Bilmiyorum, koruyorum. Yıllar geçtikçe insanlarla o mesafeyi korumayı öğrendim.
Düz duvara baktığım çok zaman olmuştur. Hiç ses duymak bile istemediğim, bir nevi yine meditasyon yapar gibi kapandığım da oluyor. O yalnızlık bana iyi geliyor. En büyük terapim spor. Bir de sanatla uğraştığım için kendi kendimi iyileştirebilen bir yapım var.
Her canlandırdığınız karakterle başkasının hikayesinin içerisine giriyor, o karakteri bedenliyorsunuz. Bu süreçte sizi en çok ne heyecanlandırıyor ?
Hiç canlandırmadığım yeni bir karakter! Bu sürecin en keyifli bölümü o karakteri çıkartmak. Özellikle tiyatroda bunu tercih ediyorum. Rolü çıkartmaya çalışırken binlerce hata yapıyorsun. O hataları at bir tarafa, sonra pinçik pinçik doğrular çıkmaya başlıyor. Vücut onu buluyor.
Prova tam bir doğum sancısıdır. Yönetmenle, dramaturg ile tartışırsın, karşındaki ikna etmeye çalışırsın.
Oyunu sahnelediğin ilk anda da doğurursun. Sonra yıllar içerisinde o çocuğu büyütüyorsun. Benim “Leyla’nın Evinde” adlı oyunda yaptığım gibi… Şimdi sekiz yaşında! “Fosforlu Cevriye” iki yaşında...
Karakter, hiç biriktirmediğiniz bir yerden gelirse neler yapıyorsunuz?
Araştırmayı çok severim. Kafamda yarattığım karaktere uygun birisini bulurum. Onunla konuşurum, kayıt ederim. Filmler izler, okurum.
Karakter üzerinden köklenirsiniz yani…
Aynen öyle. Prova süresince karakteri hayal eder, canlandırırım, biyografisini yazarım, notlar alırım. Yarattıkça, üzerine eklerim.
Çalışırken hata yapmayı çok severim. Asla korkmam. Sahne üzerinde öyle bir şansım olmayacağı için karakter çıkana kadar hatalarımı tüketmeye çalışırım.
Tiyatro daha rejeneratif bir iş değil mi?
Neye göre?
Sinemaya göre...
Yoo, sinema da öyle bence. İkisinde de bambaşka duygular var.
O zaman tiyatro ne diyelim?
Tiyatroda sürekli aynı rolü oynuyorsun ama, örneğin, Leyla’nın Evi’nde sekiz senedir oynamama rağmen hissettiğim gibi, hiç sıkılmadım. Çünkü her seferinde farklı bir kültür yapısına oyunu sunduğumuz için, oluşan enerji bambaşka oluyor. Çok milimetrik bazı dengeler var. Her seferinde bildiğin bir rolü oynuyorsun ama, üzerine seyircinin enerjisi ile bir şeyler katabiliyorsun.
Oyunu her oynadığınızda seyirci ve oyuncu arasındaki görünmeyen o perde, daha da şeffaflaşır. Aslında seyirciye duyguyu geçirmek hemen olmuyor, biraz zaman istiyor. Bir oyunun gerçekten başlama zamanı, otuzuncu performansta falan olur.
Oyunun demlenme süresi...
Evet. Yirmi oyuna kadar biraz itiş kakış geçer. Kısaltılması gereken yerler varsa onlara müdahale edilir. Oyunlar değişir. Broadway’de bazen oyun prömiyer yaptıktan bir sene sonra gala yapar. O bir sene boyunca oyunun oturmasını beklerler.
Broadway deyince... Harvard döneminde siz ayrıca oyunculuk da yaptınız değil mi?
Harvard’da profesyonel olarak oynadım ama sonra çalışma vizemi alamadığım için çok teklif almama rağmen 11 Eylül olaylarından dolayı dönmek zorunda kaldım. İçimde kalan bir ukdedir.
Kahramanlarınız ya da rol modelleriniz var mı?
Var! Meryl Streep en büyük idolüm. Onu tanrıça olarak görüyorum.
Nedir bu kadar sizin gözünüzde onu büyüten?
Bir kere muazzam bir oyuncu. Duruşu, aile yaşantısı... Genç yaşta evlenip dört çocuk sonrası kariyerini inşa etmiş bir oyuncu. Şarkıcı desen şarkıcı, dansçı desen dansçı, her role girebilen, duruşunu koruyan sağlıklı, kendiyle barışık muazzam bir insan. Evet, en büyük idolüm O!
Hayatta en çok eveti mi hayırı mı kullanırsınız?
İkisini de.
Tiyatro?
Her defasında yeni bir oluşum, yeni bir seyirci. Farklı şehirler, ülkeler... Bitmek bilmeyen heyecan.
Sinema?
Sinema anlık heyecan. Çekiyorsun bitiyor. İzliyorsun bitiyor.
TV dizisi?
Her dizide oynamıyorum. Özleyerek dizi yapmayı seviyorum.
İşinizle ilgili seçici olduğunuz noktada en üst sırayı ne alır?
Rol.
Rolde aradığınız nedir?
Yeni bir karakter. Bu zamana kadar aşağı yukarı başarabildim. Benzer roller oynadım ama özen gösterip seçmeye çalışıyorum.
Canlandırdıklarınızdan etkilendiğiniz bir karakter oldu mu?
Gümüş dizisindeki Pınar karakteri beni etkilemişti. Çok sevmiştim. Zeytin Tepesinde yedi bölümlük kısa bir diziydi ama oradaki rolüm de muhteşemdi. Herkes hala bana o rolden bahseder.
Peki içine giremediğiniz bir rol?
Behzat Ç dizindeki Bahar Öğretmen rolüm. Çok güzel bir deneyimdi. Sonrasında yapımcı ve yazarlarıyla konuştuğumuz bir konu. Olmadı, yazılamadı, çıkmadı! O yüzden, sete ayaklarım zor gitti. O karakter oturmadı, tek boyutlu kaldı.
İyi rol tanımınız nedir?
Bana göre “dişi” bir rol iyi bir roldür. Cinsiyetten bahsetmiyorum. Kastettiğim derin, katmanlı, kompleks olması.
Genelde kendi içinde değişime giden rolleri seçmeye çalışıyorum. İşte o zaman bir yolculuk oluyor.
Size göre iyi bir oyuncunun tanımı nedir?
Giriş, gelişme ve sonuç evrelerini iyi tamamlayabilen... Role iyi hazırlanması gerekir. Set ya da tiyatro ahlakını iyi bilmeli, rolüne hakim olmalı, hakkını vererek kapris yapmadan oynamalı. Türkiye şartları çok zorlu. Bu şartlarda ekibin parçası olmayı bilen, tiyatroysa tiyatroda, setse sette ekip ruhundan asla ödün vermeyen, diyebilirim. Sonuçta da bitirebilmeyi bilen
. Tiyatro kötü oyuncuyu sahnede kusar. Ekranda bunu anlamak zordur. Çok yetenekli olmasına gerek olmayabilir öyle bir yönetilir ki onu anlamayabilirsiniz.
Oyunculuk arenası tiyatro mudur?
Evet.
Dünyadaki çok iyi oyuncuların büyük çoğunluğu tiyatro eğitiminden geçmiştir.
Peki şarkıcılık...
Çok müthiş bir terapi! Alternatif pop tadında tanımlayabileceğim bir albümüm var.
Oyunculuk alanında daha popülersiniz...
Onun nedeni televizyon dizilerinde oynamam.
Dizilerle beraber çok geniş bir kitle tarafından bilinirliğiniz artıyor. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu?
Hayır. Çok popüler bir insan değilim. Yani bir Madonna gibi değil! Ama Dubai’ye gittiğimde öyle hissetmiştim. (Kahkahalar) Ama asıl popülerliği tiyatro çıkışlarında yaşıyorum. Oyun sonunda çıkmamı bekleyen insanların gözlerindeki o duyguyu görmek çok başka oluyor. Müthiş bir mutluluk.
Uzun vadede neyi yapmış olmayı hayal ediyorsunuz?
Globalleşmeyi istiyorum. On yıllık bir yurtdışı geçmişim var ve onu sadece o zamana hapsedemem. Türkiye’deki kariyerimi de destekleyen bende yarattığı büyük bir birikim var. İlerleyen dönemde bu alanlarda yurtdışında da işler yapmış olmayı istiyorum. Genişlemek istiyorum.
Bir oyuncunun en büyük fabrikası bedeni... Yaşlanmak sizi korkutuyor mu?
Hiç düşünmüyorum. Ben öyle bir annenin kızıyım ki; 75 yaşında ama 55 yaşında gibi bir kadın. Babam da öyledir. O genetiğe sahibim. Düşündüğüm tek şey kendim için daha neler yapabilirim oluyor.
Ben yaşlanmaya değil, tam tersi genç kalmaya odaklıyım.
Kendinizi tek bir kelimeyle tanımlamanızı istesem…
Naif.