TR EN
MEHMET SANDER

MEHMET SANDER

Aksiyon Mimarı - 17 Kasım 2016
Esra Başıbüyük
MEHMET SANDERMEHMET SANDER

Görüşmediğimiz süre içerisinde neler oldu?
Birçok güzel şey oldu ama en mühimi; gezegende en çok ziyaretçisi olan Tate Modern Müzesi eserlerimi Malevic Retrospektif Sergisi kapsamında sundu ve bundan büyük onur duydum. Kuratörün de muazzam bir katkısı oldu. Tate’in en üst katını bana ayırdılar. Tüm biletler satıldı. “Sold-out!”

Tate’de gerçekleştirdiğiniz workshop’un videosunu izledim. Oluşturduğunuz dinamikten / kurgudan etkilenmemek imkansız. Fiziksel olarak reaksiyon verenler var. Çünkü çok sert! Düşenler, çarpışanlar ve sonra hiçbir şey olmamış gibi devam etmek... Öyle bir noktaya psikolojik olarak nasıl geliniyor?
Dansçılar canlı nesne. Ama o kelimeyi kullandığınız için teşekkürler. Psikolojik! Eski işlerim çok fiziksel olduğundan insanlar hep ondan bahsediyordu. Çalışırken insanlara numara veriyorum, diyelim siz benim talebemsiniz, 25 numarasınız ve bana çarpma anında “göğüslerim acıdı” deseydiniz, ben de size “25 numara, sen canlı bir nesnesin, mekanda bir çizgisin” derdim.

Bunu duyunca ikna oluyorlar mı?
Videodan örnek alarak, nasıl bir çalışmaya girdiğini biliyor insanlar. Ben bir Darwin’ciyim. Doğal seleksiyon geçerlidir. Güçlü olan hayatta kalır. Yaşama güdüsü! Fiziksel, duygusal, zihinsel olarak kendini geliştirmek, zorlamak isteyen herkese açığım. Dansçı olmasına gerek yok, 18 yaş ve üstü herkes katılabilir. Üst limit yok. Katılımcıları 20 kişiyle sınırlıyorum, daha kalabalık olmasını istemiyorum.

Paylaştığınız video bir filtre oluyor yani...
Evet, doğal seleksiyondan kast ettiğim bu. En temel solom olan “Single Space”i koyduğum anda insanlar fiziksel bir etkinlik olduğunu anlıyor. Tate’te de beni mutlu eden katılımcıların çeşit çeşit meslekleri olmasıydı: İki hemşire, bir tıp görevlisi, 73 yaşında bir psikoterapist... O zaman dansçı kavramı ortadan kalkıp sadece istekliler kalıyor.

Kurallarınız neler?
Katı kuralım var. Örneğin, isim kullanmaya izin vermiyorum.

Gerekçeniz?
İsim gittiği anda geriye kendi kalıyor. İsim yerine herkese sayı veriyorum. Beş saat boyunca böyle ilerliyor. Tek sayılar başka, çift sayılar başka bir şey yapıyor. Matematiksel bir süreç aslında.

Başka?..
Kendini hep bir şeyler ile, birileriyle kıyaslamak. Ne yazık ki biz insanlarda hepimizin sahip olduğu bir hastalık. Çok naif gelecek belki ama; kırlık bir yere gittiğinizi düşünün, orada menekşe papatyaya benzemeye çalışmıyor, çimen ağaca benzemeye çalışmıyor, onu bir tek biz insanlar yapıyoruz. Ben 1.70 boyundayım. Sekiz numara 1.75cm. 11 numara 2 metre vs. Öleceğimiz zamana kadar bununla barışmak zorundayız. O yüzden de diyorum ki, bana yüzde bir ver ama tamamen kendinden ver.

Dans manifestonuzu 23 yaşında yazmışsınız...
Evet. Öğrendiklerim sonrasında manifestomu oluşturdum. Pragmatik biriyim. Her attığım adımda akümülasyon yaptığımın farkındaydım. Mesela müzikalleri hiç sevmem. Ama içinde yer alıp tekniğini almak da bir kazançtır. Üniversitede sevmememe rağmen caz dans derslerine giriyordum. Öğrendiklerini kullanıp kullanmamak bir seçim. İnsan bir konuda çok iyi olmak istiyor ise ödevini yapmalı.

Manifesto yazınca dans tanımınızı da merak ettim...
Özet ile mekan, zaman ve hareket demek.

Peki, bir koreograf mısınız?
Kendim için bunu söyleyemem, değilim. Dediğim gibi dansı sadeleştirdim. Fazlalıkları çıkarttım. Yunanca’dan tam tercüme haliyle “koreograf” hareket yazmak demek. Ne kadar kötü değil mi? Bir şey daha yapışmış oluyor dansa, bir ekol daha... O zaman ben de kendi titrimi kendim yarattım. Kendime “Aksiyon mimarı” diyorum. Aksiyon; fizik kuramları, mimaride mekan. Daha dürüst hissediyorum kendimi. Bütünlük ve dürüstlük benim için çok önemli. Bütün eserlerimde bu vardır.

Diğer konu, dansa müziği yakıştırmıyorsunuz…
Evet. Bence müzik dansın en büyük düşmanlarından biri. Size birkaç soru sormam lazım bunun için: Resim galerisine gittiniz değil mi? İçeride dansçılar koşuyor, dans ediyor muydu? Canlı müzik yapan müzisyenler var mıydı? Hayır. Konsere gittiniz, duvarda resimler asılı mıydı? Yoktu! 23 yaşında bunu fark ettim. Bu sanat dallarını hepsi kendi kendine ayakta duruyor. Ne yazık ki, dansa hep destek gerekiyor. Müzik, kostüm, dekor vs. Bir çağdaş dans gösterisine gidin, orada mutlaka müzik olacak değil mi? Bunları teker teker çıkardım, attım dansın içinden. Sıfırladım. Geriye; mekan ve fiziki varlıklar kaldı.

Dans edeceğiniz seçmede mekanda bir kriteriniz var mı?
Koli bandı kullanıyorum. Bazen sahnede bir yapı yoksa alanı daraltıyor, koli bandıyla kendi mekanımı yaratıyorum. Mekanın içinde, mekanını yaratıyorsun yani. Festivallerde her zaman bir yapı, set inşa oluyor. “Single Space”de yaptım aynı eseri sonra Alpler’in tepesinde yaptık. İnsanlar işlerini neden tiyatroda yapıyor? Daha ekonomik olduğu için. Dışarıda gerçekleştireceğiniz her performansın maliyeti daha fazla, ışık kiralayacaksın vs. ama benim arzum performanslarımın dışarıda olmasından yana.

Performasyon sırasında seyirciyle kurulan temas sizi ilgilendiriyor mu?
O kadar hızlı geçiyor ki, sahnede seyirciyi fark edecek zamanın bile olmuyor. Seyirci bir kriter değil ama bir yandan bilet alıyor, sana yüzde kalıyor, kazanç işte! (Şakayla karışık söylüyorum bunları...) Esas ihtirasım bu sanat dalını öteye götürmek.

Peki performansınıza onayı verecek kişi kim?
Son karar benim. Ama fikirlerine önem verdiğim, akıl danıştıklarım var. Beraber olduğum birisi var onun fikirleri önemli. Mesela, J.F. Slater- Merce Cunningham’da 20 seneye yakın dans etmiş bir isim, önemli. Beni yetiştirdi, nasıl olmaz ki!

Dans ile ilgili meydan okuyuşunuz, varolanın dışına çıkmak, içinizde nasıl bir yere denk geliyor?
Kendimi meydan okuyan biri olarak tanımlarım. Mizacımdan, doğamdan geliyor.

Bu haliniz hayvan hakları için de geçerli değil mi?
Evet. Benim için her şeyin dışında bir konu var, o da hayvan hakları! Hepsini solluyor. Elimden geleni yapıyorum ama bitmek bilmiyor sorunlar.

İlham kaynaklarınız kimler ?
Bu konuda yan bir paragraf açarsam, şimdiye kadar hiçbir dansçı, koreograf veya dans eseri bana ilham kaynağı olmadı. Bana ilham veren dört isim var: Isaac Newton, Charles Darwin, Mondrian ve Kazimir Malevich.

Türkiye’de herhangi bir çalışmanız var mı?
Epeyce oldu. Yakında yine var. Nereden makul teklif gelir ise oraya gidiyorum, İngiltere’den geldi, oraya gittim. Şimdi Mimar Sinan Üniversitesi’nden güzel bir teklif aldım. Tuğçe Tuna ön ayak oldu. En sevdiğim; kurs ve seminer vermek. Kurslar Mimar Sinan Üniversitesi’nde 28-29 Kasım’da olacak. O tarihlerde yine hayatım hakkında bir konferans vereceğim. Gerçekleştirdiğimiz kurs sonrasında kalan katılımcılar ile kendi işlerim arasından seçtiğim “Action/Life”ı bahar aylarında Mimar Sinan Üniversitesi’nde sergileyeceğiz.

Elemelere inanmıyorsunuz değil mi?
En demokratik olmayan yol, seçmek. 1 saat, takıma birisini seçmek için yeterli olmayabilir. Belki o insanın en kötü bir saatine denk gelmiş, belki çok heyecanlı olabilir. Olamaz mı? Bu haksızlık değil mi?

Bu güzel kalpli bir yaklaşım.
Gerçekçi de bir yaklaşım aynı zamanda. Elemeler de öyle oluyor. Bir bakıyorsun gelmeyi bırakıyor. Daha doğal değil mi böyle bir eleme?

Beraber çalışmak için neler önemli?
Mizaç olarak korkusuz olması önemli. İyi bir hoca olabilirim ama birine bunu öğretemem. Risk almayı seveceksin, diyemem.

Müthiş bir disiplin içinde kendi sınırlarını zorlamak... Herkesin yapabileceği bir iş değil. Kendi içinizde sınırlarınızı ne kadar zorladığınızı düşünüyorsunuz?
% 80 diyebilirim.

Artık fiziksel olarak dans etmiyorsunuz. Bu nasıl bir duygu?
Eskiden her şeyi videoya çekmem gerekiyordu çünkü ben de içindeydim. Şimdi hoşuma giden şey, ayakta durup izleyebiliyorum. Videoda tek açıdan izliyorsunuz. Ayakta her şeyi izleyebiliyor, bir şey kaçırmıyorsunuz. Çok mutlu ediyor beni.

Bakınca ne görüyorsunuz peki?
Daha kolay düzeltme yapabiliyorum. 

Copyright © 2016 by kimomagazin.com. Tüm hakları saklıdır.