TR EN
VERDA ALATON

VERDA ALATON

Tasarımcı - 23 Aralık 2016
Esra Başıbüyük
VERDA ALATONVERDA ALATON
Tasarlamanın hissi sizin için ağır mı, hafif mi?
Çok hafif!
 
Peki, tasarıma yaklaşımınız nasıl, sezgisel mi, matematiksel mi?
Doğal ve otomatik gelişen bir durum. Bir parçayı gördüğüm zaman onu nerede kullanacağım, otomatik olarak hissi geliyor. Dolayısıyla çok hafif ... İlk senelerimde deneme ve yanılmayla öğrendiğim şey; eline aldığın parçayı istediğin kadar dönüştürebilirsin ama bir de kendi dinamiği ve boyutsal yönü var. Neyi nasıl, nereye yerleştireceğimi zaman içerisinde yontularak öğrendim diyebilirim. Ama ilk çıkış her zaman sezgisel. O parçanın verdiği his çok önemli. Benim tarifim ile yemek yapmayı bilseydim belki böyle bir şey olurdu... Tuzunu atarken artık her seferinde kaşık ile ölçmemek gibi tarif edebilirim..
 
Sonrası nasıl gelişiyor?
Bu tasarımı ben takar mıyım, kullanır mıyım? Eğer kendim kullanabilirsem ancak bir başkasına verebilirim. 
Bir parça kendi içerisinde çok  güzel olabilir ama onu üzerimde taşımak istemiyorsam bir başkasına geçirmeyi de düşünemem. Dolayısıyla; önce sezgisel sonra analitik bir süreç ama hepsi birbirinin çok içerisinde.
 
Peki, siz bir takı tutkunu musunuz?
Aslında ben bir takı tutkunu değilim. Bütün bu yolculukta geriye baktığımda aradığım şey şu: İnsanın veya daha çok kadının kendini nasıl ifade ettiği. Ve hatta, kendini ifade etmekte aradığı çıkış noktaları. Hiçbir zaman aksesuar tutkunu olmasam da son yirmi senedir üzerimde taşıdığım aksesuarlarla, içimdeki yaşamıma ait mihenk taşlarımı yansıtan dönüşümler yaşadım.
 
Tam burada şunu sormak isterim. Kurumsal, daha köşeli bir hayattan özgür bir alana geçiş yapmışsınız. Tasarım cumhuriyetine! Tasarım yapmak sizin iç dünyanızda neyi aynaladı?
Her şeyden önce beni özgürleştirdi. 20-25 yaşımdan geriye doğru baktığımda sessiz, içine dönük, kendi dünyası içerisinde yaşayan bir karakterdim. Hatta çok samimiyet ile, silik bir karakterdim diyebiliriz. Bunun birçok nedeni var;  aile görgüsü, toplum yapısı vs. Ama böyle bir yapım. Bir şeyler ortaya koymaya başladıktan sonra ne kadar üretim ile kendimi ifade etmeye çalışıp, bir şey ile ortaya koyduysam o kadar hafifledim.
 
Aslında takı tasarlamaya başladıktan sonra kendi üzerinizde taşıdıklarınızın farkını da merak ediyorum.
İşim trendler ile bağlantılı olmadığı için kendi yaşam deneyimimden bunu anlatabilirim. Önceleri çok daha güçlü ifade şekillerine tutkuluydum. Çok seyahat etmeyi sevdim, zaman ayırdım. Gördüğüm şeylerden etkilendim. Afrika, uzak kıtalar gibi... Dolayısıyla yaptığım aksesuarlar çok büyüktü. Proporsiyon olarak, kendi bedenime göre büyüktü. Ama bu bana şunu gösterdi: İçimden bir şey çıkartmak istiyorum ve bunu özgürce ve rahatça ifade etmek istiyorum. Belki o gün çalıştığım aksesuar boyutları bunu sembolize ediyordu. Şimdi daha küçük parçalar ile kendimi rahatça ifade edebileceğimi düşünüyorum. Yaptıklarımızın boyutu değişti mi, hayır. Bu zaten çok da önemli değil. Herkes artık kendine göre bir seçimde bulunuyor. Biz bu noktada bir aracıyız. Ben bildiğim işi yapıyorum. Ve dileğim; doğa ve Tohum’lar ile bir araya gelmek isteyen insanlara aracı olmak. Dolayısıyla artık ne büyüklük, ne boyut önemli, sadece doğru ifade şekline varabilmek önemli.
 
Bu seyahatlerde en çok etkilendiğiniz kültür Afrika olmuş sanırım...
Doğru.
 
Oradaki ilkellik miydi sizin yaratıcılığınızı tetikleyen?
Orada doğayla birleşmiş muhteşem bir özgürlük var. Çok büyük bir güç... Batı’da ilkellik olarak değerlendiriyoruz. Bizim ilkel dediğimiz ortamlarda insanların ne kadar özgür ve özgün yaratımda olduğunu gördükçe biz bunu neden yapamıyoruz ya da kaybediyoruz diye düşünmeye başladım. Dünya bu büyük değerleri kaybetmek üzere endüstriyel girişimler içerisinde. Bir birey olarak ne yapabilirim diye sordum. Bu duruma kendi yorumum ile sahip çıkabilirim diye düşündüm. Bakın, böyle bir seçenek var demek istedim. Ve bir markadan yola çıktım, Tohum Design. Benim elimden gelen aksesuar tasarlamak olduğu için onu yaptım. Bir başkası başka bir yorumda bulunabilir. Dileğim; tüketime odaklı yaşamın içerisinde bir dakika durup böyle bir seçeneği düşündürmek. Ormanları yok etmeden, ihtiyacımız olmadan tüketmeden, çok yalın, doğal parçalar ile de kendimizi ifade edebiliriz diyebilmek.
 
Tasarımlarınızın çoğunda doğal taş kullanıyorsunuz. Birçok doğal malzeme varken çıkış noktası olarak neden o malzemeyi seçtiniz?
Evet, taş çıkış noktam ama bizim için önemli olan doğal malzeme olması. İsmimizin Tohum olması şansa değil. Doğada da ektiğimiz her tohum bir tek ağaca veya çiçeğe dönüşür. Asla kopyasını yapmaz. Bizim dileğimizde bu. Bu yüzden el işçiliğiyle çalışıyoruz ve tek olsunlar istiyoruz. Taşın içerisinde, bir küçük taş kesitinde bile dünyanın bütün mucizelerini görebileceğimize inanıyorum. Her bir taşın, dokusu, formu, renk kombinasyonu farklı ve bana göre yaşam hiçbir canlının yaratamayacağı kadar mükemmel. Benim hatırlatmak istediğim doğaya saygı ve insanoğlunun doğanın bir adım gerisinde ve saygıyla yaşamına devam etmesi. Bunu en iyi gördüğüm yer Afrika olduğu için en büyük ilhamı da oradan aldım.
 
Diğer yandan taşlar ve insanların yollarını kesiştiriyorsunuz. İlk buluşmalar nasıl oluyor?
Tohum Design ile ilk defa tanışıyorlar ise ölçü en büyük kriter oluyor. “Büyük yüzük takmam”, “bu tarz çok büyük” gibi cümleler başlangıçta sıkça kullanılıyor. Bu süreci çok deneyimlediğim için sakin ve akışına bırakıyorum. Küçük taşlara bakmaya başlıyoruz. Sonra yavaş yavaş bu önyargı kırılmaya başlayınca insanlar daha rahat biçimde taşlara dokunmaya başlıyor. Bu yüzden aslında benim dükkanım yok. Ve olmasını istemiyorum. Bu kişisel bir süreç aslında ve kişinin bunu rahat deneyimlemesini istiyorum. Bu süreci izlediğimde genelde boyutları farklı olabilir ama aynı taş ailesine dokunur farkında olmadan kişi. Onu çeken bir taş grubu vardır. Sonra kendisi için bir taş seçer. Ve belki o taş kendisinin taşıyamayacağını düşündüğü boyutta, büyük bir taş olabilir. Bence oradaki büyü, taşın derinliği ve kişiyle arasındaki iletişimin farklı bir boyutta olması. Bizim yaşadığımız hayatta yapmamız gereken bütün önyargıları kaldırmak , tanıştığımız yeni birisini görsel olarak formatlamadan, iletişim kurduğumuz zaman vardığımız noktaya gelebilmek. Bana taş tavsiye eder misiniz diye sorarlar. Hayır, taş tavsiye etmem. Kendi filtreme göre bir miktar taşı seçerim ve kişileri sonrasında özgür bırakırım. O yolculuğun içerisinde zorlanan birisi olur ise iç sesim ile, elimi uzatırım ama kişilerin kendilerini keşfetmeleri için bir ortam yaratırım. Sonrasında muhakkak taşın bilgisini o kişiyle paylaşırım. Kişinin o yazıyı kendisinin okumasını isterim. Çünkü, duymak ile kendi okuduğu anlamak bambaşkadır. Kendine ait bir bilgi muhakkak okudukları arasında bir satır onun ile konuşacaktır. Yol bu aslında.
 
Orijinallik tanımınız nedir?
Herkesin kendi olması. Herkes orijinaldir, herkes tasarımcıdır bana göre.
 
Zamanımızda bir tasarımcının yüzde yüz orijinal olduğunu düşünüyor musunuz?
Şimdi orijinallikle ilgili sorunuzu anladım. Sorunun bu haliyle bana göre yaşadığımız dönemde orijinal çok fazla bir şey yok.
Orijinalliğin olduğu tek dönem iletişimin olmadığı ve bizim ilkel olarak varsaydığımız toplumlar. Ellerinde görsel olarak gördükleri tek şey doğa ve kendisi. Bundan bir şey yaratabildikleri gün gerçekten sıfırdan bir şey yaratıyorlar. Ama bizler için muhakkak görsel bir referans var. Hele günümüzde bana göre eğer hepimiz tasarımcıysak, hiçbirimiz tasarımcı değiliz. Bunu bir suçlamayla söylemiyorum ama beynin daha önce kayıt ettiği bir görüntüyü geri getirerek bir şey yaratıyoruz çoğu zaman. Sanatın birçok alanında böyle olduğunu düşünüyorum.
 
Kopyalanma konusu ?.. Bu konuda hiçbir hayal kırıklığı yaşadınız mı?
Başta kırılmalar, şaşırmalarla içimde çok tuhaf duygular yaşadım. Çok tipik bize ait bir tasarım yüzüğün alınıp,  kalıba dökülmüş ve yanımdaki standında iç rahatlığıyla satıldığına şahit oldum. Bunlar yaşanıyor maalesef. Ama artık bu konuda da mutlu olmayı öğrendim Kendi yolumda ilerliyorum. Eğer bunu yapan kişi kendisine yakıştırıyor ise bu onun kendisine saygı konusudur her şeyden önce. Ayrıca kopyalamak uzun vadeli bir şey değildir. Bir kopyalarsın, iki kopyalarsın üçte kalırsın. Çünkü,  tasarımın kökü kopyalayan kişide değildir.
 
Özel bir aksesuar yaratmanın arkasındaki kilit unsur nedir sizin için?
Yeni bir şeyler yapabilmek. Bunu ilk önce kendim yenilik görmek istediğim için yapıyorum. Tohum Design’da, bahar geliyor, yaz geliyor, bir koleksiyon oluşturalım gibi bir yaratma kaygısı yok.
 
Anladım. Peki tasarlama ikliminiz nasıl?
Doğayla buluştuğumuz noktalarda önümüze çıkan malzeme veya form ne ise onun ile yolumuza devam ederiz. Aslında dış dünyayla çok bir alakamız yok. Değiştikçe büyüyebiliriz, dolayısıyla bunu işimde yaşamak istiyorum. Tek amacım yenilik yapmak. Aynı kalmanın hiç kimseye bir faydası olacağını düşünmüyorum. Kişisel olarak değişmek ve ileriye gitmek istiyorsam, üretimime de bunu yansıtmak isterim. Taşlar koleksiyonumuzda her zaman var ama diğer serilerimiz ile de insanlara farklı bir neşe geldi. Bunu izlemek harika bir duygu. Tasarladıklarımız üzerinden nasıl daha geliştirebiliriz diye düşünüyoruz. Öncelikle biz keyif almaya ve bunu paylaşmaya çalışıyoruz.  Yapabileceğimiz tek şey bu.
 
Tasarımlarınızın lüks olduğunu düşünüyor musunuz?
Bunu kişi, nasıl görür ve yorumlar ise onun kararıdır.
 
Lüksün sizin için tanımı nedir?
Bana göre insanoğlunun en büyük lüksü özgür olabilmektir. 
Elle tutulur bir lüksün olduğuna inanmıyorum. Hiçbir şey bize ait değil. Yaşadığımız tarihe bakınca ne varlıklar ne yokluklar yaşanmış. Elimizde bir şeyi tutarak lüksü ölçebileceğimizi düşünmüyorum.
 
Copyright © 2016 by kimomagazin.com. Tüm hakları saklıdır.