Esra: İçeride mi, dışarıda mı oturmak istersiniz?
Yıldıray: İçeride.
Esra: Peki, sizi terasta bekliyorum.
Hayal ettiğiniz başarıyı mı yaşıyorsunuz?
Evet! Superman’i çizme teklifi geldiğinde, kağıt önümde ilk karemi çiziyordum. Bir an kalemi bıraktım, durdum. İşte o gün, bugün dedim! Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum o an, bu an! Kağıdın üzerinde Superman vardı! Çok duygulandım. Kasıldım, çizemedim “Nasıl çizeceğim falan...” dedim. (Kahkahalar)
Süper karakterleri çizmek üzerinizde bir baskı yaratıyor mu?
Bu Superman’de oldu. Memnun kaldığım bir iş olmadı. Çünkü kendimi fazla tarttım.
Özgün ve kaliteli bir çizgi roman çizmek için artık belli bir özgüven sahibi olmanız, karşılaştırmaları hayatınızdan çıkartmanız lazım. Tamamen kendinizden bir şey çıkması ve ona güçlü bir onay vermeniz gerekiyor. O zaman işler yoluna giriyor.
Şu an dünyadaki en büyük şirketler için çiziyorsunuz...
Evet, DC Comics ve Marvel Comics.
İlk teklif geldiğinde ne hissettiniz?
Bir adım daha yukarı çıktığımı... İki büyük şirkete çizmek kırılma noktası gibi. Artık bir noktadayım ve bundan sonra tutarlı bir biçimde üzerine bir şey koymalıyım dedim.
DC Comics ve Marvel rakip şirket değiller mi?
Tabii alttan alta tatlı bir rekabet var. Biri Warner Bross diğeri Walt Disney. Aslında iki şirketin piyasa stratejileri de çok paralel gidiyor. Şöyle oldu; DC Comics ile dört senelik özel bir kontratım vardı. Bu süre boyunca başka bir yer ile çalışamadım. Kontrat bitince Marvel’dan teklif geldi ve başladım. Bir yandan DC için kapaklar yapıyorum. Yani, serbest çizer olarak devam ediyorum.
Gelen teklifleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Diyelim ki, büyük bir şirket sizin ile çalışmak için ölüyor. Hikayeyi beğenmezseniz yine de çizer misiniz?
Şükür, öyle bir şey ile karşılaşmadım. (Kahkahalar) İçinize sinmiyorsa geri çevirmek mantıklı ama o noktaya gelmek de vakit istiyor. Kapitalist sistem ve çok acımasız. Özellikle büyük şirketler için sizi gözden çıkarttıkları vakit yerinize birisini bulma hızları çok yüksek. O yüzden bunu ilk başlarda yapmayı tercih etmedim. Şu anda da etmiyorum çünkü daha başlarında sayılırım. Ama bir noktaya ulaştıktan sonra işi geri çevirebilme lüksüne sahip oluyorsunuz. Son bir yılda geri çevirdiğim bana uygun değil, yapamam dediğim işler oldu.
“Iron Man” teklifi nasıl geldi?
Editörün söylediği “bu öykü senin tarzın ve Iron Man’i çizmek için uygunsun. Teknolojik imajları ve kurguları iyi beceriyorsun.” O şekilde geldi Iron Man!
Bu başarı yeteneğiniz ile mi geldi yoksa şans yardım etti mi?
Çok çizdim... Bileğimin gücüyle aldım diyebilirim. Atlayıp Amerika’ya Image Comic’s’e tanışmaya gittiğimde oradaki aylık birkaç dergiye çiziyordum. O yüzden beni tanıyanlar vardı. Yüz yüze karşılaşınca somutlaştı her şey. Bu tanışma üzerine iş geldi.
Bir hikayeyi çizerek ifade etmek naif geliyor. Uzantılarıyla oluşan endüstriyi düşününce tam bir paradoks var gibi...
Büyük gibi görünen piyasa aslında küçük bir piyasa. O yüzden üreten ve editoryal tayfa birbiriyle arkadaş ve iletişim halinde. Yönetimin dışında aslında herkes aynı şeyin peşinde. Naif diyebilir miyiz bilmiyorum.
Çizgi roman; bir öykü anlatım aracı. Kendi içinde birkaç sanat dalını barındırıyor. Sinema ve illüstrasyon ile çok paralel. Bir hikayeyi, tek resim ile ya da ardışık sanatla anlatabilirsiniz. Biraz melez bir sanat dalı. O yüzden bu iş ile uğraşanların dışında tam olarak insanların kafasında oturabilmiş bir iş değil. İyi tarafından bakarsak; estetik anlamda güzel bir iş. Diğer yandan geleneksel ve süregelen bir durumu devam ettirmek de var. Yaşam ile alakalı öyküleri daha renkli bir hale getirerek belgeleyebiliyorsunuz. Böyle dönem çizgi romanları da var. Bazıları tarihsel belge olarak değer taşıyor.
Gelelim üretim aşamasına...
Senaryo geliyor. Bütün öyküyü eskiz halinde çiziyorum. Taslak halde editörlere gidiyor. Üzerinde tartışılıyor. Onay geldikten sonra final aşaması için çizmeye başlıyorum. Normalde iki ay öncesinde bir sayı bitmiş oluyor.
Zamanı böyle yaşamak nasıl bir his?
İlginç! Zaman hızlandı biraz...
Çizmek, meditatif bir his verdiği için bazen zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum.
Yalnız kalınıp çıkartılması gereken bir iş gibi...
Normalde çizgi roman bir ekip işi. Ben çizimi bitirdikten sonra renkçiye, oradan kaligrafiste gidiyor. Editör tekrar onaylıyor. Bir sayfanın yaklaşık üç günlük trafiği var diyebilirim. Ama senaryodan sıfır bir kağıda geçmek gerçekten kafa yorucu. Üretimin o aşamasında yalnız kalmayı tercih ediyorum.
K
endinizi nasıl kritize edersiniz, bitti hissi nasıl oluşur?
Öncelikle yapmaya çalıştığım şey, “ben olsam okur muydum, bu çizgiyi satın alır mıydım?” sorusunun cevabını bulmak. Bu anlamda kendi verdiğim onay önemli. Başta zaten belli anlatım kuralları var. Sinemadaki gibi kesmeler, kompozisyon, anatomi düzgün olacak. Sadece görüntüyle iş bitmiyor. Işık, gölge gibi birçok ayrıntı var. Ama eskiz aşamasında bir karakterin balonuna bakmadan anlayabiliyorsanız, o zaman iş çalışmaya başlıyor demektir. Sonrasında işin estetik tarafı geliyor.
Ben kendime karşı ağır kritiğim. Yayınlanan işlerime sonrasında bakamayan bir insanım. Derginin basılı örneği geliyor, bakıyorum ve dolaba kaldırıyorum.
Çizerken ruh hali ne kadar etkili?
Yetişmesi gereken bir iş ise bazen kendini itelemek zorunda kalıyorsun.
Bugün içimden hiç çizmek gelmiyor diyerek çizdiğiniz oluyor mu?
Çizdiğim günler oldu ama tercih etmiyorum.
Çizime yansır mı...
Anlaşılıyor aslında. Şu an başka çizerlerin dergilerine baktığımda o gün neyi ne kadar çizmek istemiş anlaşılıyor. Şurada çok iyi psikolojideymiş, şurada sıkılmış, savsaklamış diye görebiliyorum. Eminim benim işimde de görülüyordur.
Çocukluğunuzdan itibaren tutkuyla çizer olmak istemişsiniz. Sizi bu duyguya kilitleyen neydi?
Büyüsü çok acayip. Okuduğum çizgi romandaki çizerin yerine kendimi koymak olabilir.
İlk okuduğum çizgi roman Conan idi. Böyle bir şey ile ilk defa karşılaşmıştım. Beni nasıl etkilediyse... Aylarca baktım o dergiye. Ardışık resimler, fantastik ve korkutucu bir öykü... Gerçeklikten de uzak öyküler. Onun içerisine daldığınız vakit başka bir dünya var orada. Belki bir kaçış diye adlandırabiliriz. Bir öykü sizi birkaç yerden yakaladıysa bir daha bırakamıyorsunuz. Bağımlılık yaratıyor.
Tatsız bir konuya geçiyorum. Geçirdiğiniz tren kazası sonrası bir süre sağ elinizi kullanamamışsınız...
Büyük bir korkuydu. Hayatımda bir numaralı olan, birçok alanda kaçmamı sağlayan, tatmin eden, duygusal olarak beni besleyen sağ elim birden hasar gördü. İki ay sağ elimi kullanamadım. Ve bir aşamada çizim konusunda onun ile yeterince vakit geçirmemiş olduğumu, tembel olduğumu fark ettim. Bu süre içerisinde hayatımda ne yapıyordum, sorgulamaya ve kendime gelir gelmez iki katı kadar çalışmaya başladım diyebilirim.
Ola ki, hikaye olumsuz yönde gelişseydi...
Sol elim ile çizmeye başlamıştım zaten. Bırakacağımı zannetmiyordum, devam ederdim. Geçenlerde sol elim ile çizdiğim eskiz defterimi buldum bayağı ilerlemişim.
Öyle gider miymiş...
O konuda kararlıydım. Götürürdüm onu öyle.
Büyük bir tutku!
Çok seviyorum.
Bir çizer için sahip olduğu donanımda yeteneğin hemen altında ne gelmeli?
Çalışkanlık. Disiplin. Bağlılık. Sürekli üretim yapmadığınız sürece bir yere varmak zor. Hatta mümkün değil. Yani ben bir sayfa çizdim, bir sene yatayım diye bir şey yok.
Sıkılınca ne yapıyorsunuz?
O sıkıntı bastığı vakit üretemeyeceğimi biliyorum. Çıkıyorum, kendimi hemen dışarı atıyorum. O konuda kendim ile netim. Sinemaya gidiyorum. Onun dışında müzik var.
Müziğin de hayatınızda bir yeri var değil mi?
Evet, amatör biçimde. Kendi başıma bir şeyler deniyorum. Son dönemde evde kayıtlar yapıyorum. Gitar çalıyorum. Ankara’da uzun yıllar grubumuz vardı ve davul çaldım. Normalde sert müzik dinlerim ama evdeki kayıtlarda daha post-rock, atmosferik, daha düşük tansiyon müzikler çıkmaya başladı.
Peki bu başarıyı elde etmede majör olarak en etkin olan nedir?
Tutku diyebilirim. Yaptığım işi sevmek. Gelişme duygusu... Statü olarak değil de estetik anlamda daha yukarı çıktığımı hissettiğimde mutlu olan bir insanım. Aynı zamanda üzülen bir insanım.
Neden, yalnızlaşılıyor mu?
Estetik alanınız geliştikçe çirkin şeyler daha çok gözünüze batmaya başlıyor. Bunu başlatan insanların durabileceğini zannetmiyorum. Çevremde sanatın farklı dallarıyla uğraşan birçok insan var ve herkes aynı durumdan muzdarip - herkes acı çekiyor. (Kahkahalar) Aslında aynı zamanda beni besleyen bir şey... Yaşadığım bu enerji beni, kağıdın üzerine dökmeye yöneltiyor.
Geleceğe bakınca ne görüyorsunuz?
Kendi yarattığım karakterler ile albümler görüyorum. Daha doğrusu, ana akımdan kopmuş, özel işler görmek istiyorum. Bunu yapabilecek miyim bilmiyorum ama...
Bütün potansiyelinizi dışarı çıkartabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Hayır, hayır...
Ne kadarı çıkıyor?
Belki aylık dergilerde yüzde altmışını kullanabiliyorumdur. Hiçbir zaman yüzde yüz performans olacağını düşünmüyorum. Sadece yer yer tatmin olduğum işler olabilir.
Ya kendiniz için yaptığınız çizimlerde...
İşin dışında, kendimi beslemek için yaptığım çizimler var. Özgürce, çıldırdığım çizimler. Editörler onları görüyor “neden böyle çizmiyorsun” diyor. Ama öyle bir şey değil işte... Başka bir öyküyle çakıştığında o duyguyu orada yakalayamıyorum.
Arada yaptığım sekiz sayfalık ufacık bir Superman ve Batman öyküsü var. Clark Kent ve Bruce Wayne’nın tanışma öyküsü. İkisi de küçük çocuk ve tarlada geçiyor... O işi istediğim tarzda yaptım. Benden çok fazla şey var. O yüzden yeri ayrıdır.
Yaratıcılığı yüksek enerjiye sahip bir sanatçısınız, içerideki tam anlamıyla çıkmadığı zaman huzursuz oluyor musunuz?
Oluyorum tabii ki. Çok sinirlendiğim oluyor. Bakıp da “bu ne, bundan daha iyisi var farkındasın” deyip bütün sayfayı silip yeniden başladığım oluyor. (Kahkahalar
) İnsanlar için ne kadar anlamı var bilmiyorum ama ben de bu iş için dünyaya gelmişim. Değerini bilmek lazım. Benim yolum da bu...
İyi yolculuklar...